“Alınmayan Önlemler Felaketin Habercisi”
“Alınmayan Önlemler Felaketin Habercisi”
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şube Çorum Temsilciliği İnşaat Yüksek Mühendisi Özgür Kılıç, 12 Ağustos Depreminin yıl dönümünde depremle ilgili bir açıklama yaptı.
Özgür Kılıç açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
Cumhuriyet tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak kayıtlara geçen 1999 Gölcük depreminin üzerinden 22 yıl geçti. 7,4 büyüklüğündeki deprem tüm Marmara bölgesini etkilemekle birlikte can kayıpları ve ekonomik sonuçları itibariyle tüm Türkiye’yi sarstı.
Gölcük Depremi, ülkemizin depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olarak kabul edilmektedir. 1999’dan sonra depremin neden olduğu yaraları sarmaktan çok deprem öncesi alınması gereken tedbirlerin düşünülmesi gerektiği tüm çevrelerce benimsendi. Ortaya çıkan bu fikir birlikteliği sonucunda güvenli ve sağlıklı bir yaşam, yapılaşma ve çevre için nelerin yapılması, ne tür önlemlerin alınması gerektiği konularında fikirler öne sürüldü, bunların toplamı olarak kamu kurumlarınca strateji ve eylem planları oluşturuldu. Ancak bugün geriye dönüp bakıldığında aradan geçen 22 yılda olası deprem zararlarını azaltma çalışmalarının toplumların/kurumların kendiliğinden yaptığı çalışmalardan öteye gidemediği görülmektedir.
AFAD’ın 2011 yılında yapmış olduğu geniş tabanlı bir çalışma ile hazırlanan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP) kapsamında, büyük çoğunluğu 2017 tarihinde bitirilmek üzere 2023 yılında tamamlanması hedeflenen çalışmalar belirlenmişti. Son olarak 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir kent merkezinden 70 km uzaklıkta gerçekleşen depremin bu kentimizde yarattığı hasar ve can kaybı üzerine TBMM’ce “Depreme Karşı Alınabilecek Önlemlerin ve Depremlerin Zararlarının En Aza İndirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla” oluşturulan Meclis Araştırması Komisyonu raporunda, yapılması gereken çalışmaların büyük oranda gerçekleştirilmediğini görüyoruz. Aynı zamanda bu raporun bugüne kadar yapılan çalışmaların ve içinde Odamızın da olduğu değişik kesimlerce defalarca dile getirilen önerilerin bir araya getirilmesinden ibaret kaldığını ve ilave bir öneri geliştirilemediğini görüyoruz. Raporda Kanal İstanbul’un olası İstanbul depreminde kente etkisinin ne olacağı konusunda hiçbir değerlendirme yapılmamıştır.
“Yapı Stokumuzun Durumu Kaderine Terk Edilmiştir”
Ülkemizin yapı stokunun durumu belirsizliğini korumaktadır. UDSEP’e göre 2017 yılında tamamlanması öngörülen bina envanteri çalışması tamamlanamamış, dahası resmi kurumlar hariç başlanamamıştır. Bunun sonucu olarak mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi de mümkün olmamaktadır. Bu binaların tespiti ne yazık ki deprem tarafından son derece ağır bedeller karşılığı yapılmaktadır.
En son deprem araştırma komisyonu raporunda kamu bina stokunun %40’ının deprem dayanıklılığının yetersiz olduğu ve güçlendirilmesi gerektiği söylenmektedir. Okulların, yurtların, kreşlerin, hastanelerin sayısı, ne kadarının tarandığı, ne kadarı hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verildiği, ne kadarının yıkıldığı veya ne kadarının güçlendirildiği konusu tahminlerin ötesinde değildir.
“Yapı Denetim Yasasında Köklü, Kalıcı, Önleyici Değişikliklere İhtiyaç Vardır”
Yapı denetimi konusunda AFAD Eylem Planı gerekçesinde “Yapı Denetim Yasasının bir bileşeni ve içinde müteahhitlik sektörü ile ilgili düzenlemelerin olacağı Yapı Yasası’nın çıkarılması depremle mücadelede önemli bir aşamadır. Böylelikle Kentsel Dönüşüm Yasası’nın deprem odaklı olarak düzenlenmesi de sağlanabilecektir. Yapı Denetim sisteminin etkin bir şekilde uygulanması sağlanacaktır.” denilmektedir. Bu iyi niyetli beyanların Yapı Yasası ile nasıl gerçekleştirileceği bilinmemekle birlikte, çıkarılan 6306 sayılı ‘Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi’ Yasasının ifade edilen Deprem Odaklı dönüşümün tersine sonuçlar verdiği görülmüştür.
Eylem Planının gerekçesinde “Yapı Yasası” ile Yapı Denetimin etkin bir şekilde kullanılması ifade edilmektedir. Vatandaşın Anayasal hakkı olan “can ve mal güvenliği” serbest piyasa koşullarına bırakılmamalıdır. Kamu hizmeti veren/vermesi gereken kuruluşlar birbirleriyle rekabet eder durumda olmamalıdır. Ülkemizdeki denetimsizliğin temel nedeni rant ilişkilerinin tekniğin, fen ve sanat kurallarının önüne geçmiş olmasıdır. Yapı Denetim sisteminin sağlıklı çalışması için gereken yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
“Kentsel Dönüşüm Rant Odaklı Politikalara Teslim Edilmiştir”
Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu bugüne kadar daha çok gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda gündeme getirilmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca 6 milyon 700 bin binanın riskli olduğu ifade edilmektedir. Kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm konusu, çağdaş ve demokrasisi güçlü olan ülkelerde sadece mekân düzeyinde değil; sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır. Kentsel dönüşümdeki temel konulardan biri de finansman konusudur. Vatandaşa verilen 190 milyon TL uzun vadeli kredinin günün ekonomik koşulları, inşaat maliyetlerindeki artışlar ve gelir düzeyindeki düşüşler dikkate alındığında yetersiz olmasının yanı sıra ödenemez bir durumla karşı karşıya kalındığı görülmektedir. DASK’ın İzmir’de hasar gören 26 bin 675 konutla ilgili toplamda yaptığı 276 milyon TL’lik ödemenin özellikle orta hasarlı binalarla ilgili finansman sorununa bir destek olmasının çok gerisinde kaldığını göstermektedir. TBMM araştırma komisyonunca bu konulara bir çözüm önerisi geliştirilememiştir.
“İmar Affı Başlı Başına Cinayettir”
Hâlihazırda yapı stokumuzla ilgili belirsizlikler ve tehlikeler ortadayken bir de üzerine siyasal iktidarlarca çıkarılan imar afları can ve mal kayıpları tehdidini büyütmektedir. İmar afları kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi olmuştur. İmar affı toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını belirsizliğe sokmaktadır. Mühendislik hizmeti almayan yapıların yasallaştırılmasıyla, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk, bu kararı alan siyasi iktidarın üzerindedir. Bir binaya iskan ruhsatı verilmesi, devletin vatandaşa ‘Bu binaya oturabilirsin’ demesi anlamına gelmektedir.
“Her Şantiyeye Bir Şantiye Şefi Zorunlu Olmalıdır”
Ülkemizin yakın tarihinde yaşanan depremlerin ardından ortaya çıkan tablolar bize göstermektedir ki büyük oranda inşa sürecinde yaşanan olumsuzluklar ve hatalardan kaynaklı yapılar hasar görmektedir. Buna rağmen, yapı üretim sürecinde kilit rol oynayan şantiye şefliği en çok ihmal edilen, önemsizleştirilen ve yalnızca bir imzaya indirgenen görevlerin başında gelmektedir. Maalesef karar vericiler tarafından inşaat mühendisliğinin ara eleman statüsüne getirilmeye çalışılmasının somut ifadesi şantiye şefliği gibi önemli bir görevin konumlandırıldığı seviyede kendini göstermektedir.
“İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Acilen Düzenleme Yapılmalıdır”
İnşaat mühendisliği, insan yaşamının her anına, her mekânına dokunan bir meslektir. Bu yüzden insanın can ve mal güvenliği için en önemli konu, nitelikli inşaat mühendisliği eğitimidir. Eylem Planında konuya ilişkin olarak “Üniversitelerde daha nitelikli, verimli ve uygulamaya yönelik mühendislik ve mimarlık eğitiminin verilmesi sağlanacaktır” denilmektedir. 11 yıllık hedef programın 9 yılı geride kalırken bugün İnşaat mühendisliği eğitimi, 200 eğitim programı ve yıllık 7 binden fazla kontenjanıyla tarihsel rekorlar kırmaktadır. Mühendislik eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi sorumluluğu verilmiş olan YÖK, önceki yıl 300 bininci kişinin tercihini bile karşılayacak oranda kontenjanlar belirlemektedir. Bugün İnşaat Mühendisliği eğitimi veren bölümlerin %62’si öğretim üyesi, laboratuvar, fiziksel mekan, bilgisayar, yazılım gibi konularda yeterli imkanlara sahip değildir. Profesör veya Doçent düzeyinde öğretim üyesi bulunmayan bölümler mevcuttur. Bu tabloya eğitim kalitesinin düşüklüğü de eklendiğinde sınırsız yetkilerle donatılmış genç mühendisler mezun etmenin yaratacağı sorunlar daha da çoğalacaktır.
“Yetkin Mühendislik Sistemi Hayata Geçirilmelidir”
Bugün ne yazık ki, ülkemizde bir işi yapabilme yeterliliğine haiz olmanın ölçütü, diploma sahibi olmaktan geçmektedir. Diploma, mühendis ya da mimarin o konuda eğitim almış kişi olduğunu göstermenin yanı sıra, o alandaki işi yetkinlikle yapabilmenin de göstergesi sayılmaktadır. Oysa diplomanın belgelediği eğitim her koşulda çok önemli ve gerekli ise de bir işi gerektiği gibi yapabilmenin ölçütü olarak alınamaz. Bunun, öğretici, geliştirici, olgunlaştırıcı ve nitelikli bir uygulama deneyimi ile tamamlanması, bir başka deyişle, mühendisin düzeyli bir uygulamanın içinde pişmesi, gerekmektedir. İnşaat Mühendisliği çok geniş bir mühendislik dalı olma niteliğinin yanı sıra, uygulaması ile de tecrübenin büyük öneme sahip olduğu bir meslek alanıdır. Dört yıllık bir mühendislik lisans eğitimini tamamlamak, mühendislik yetki ve sorumluluklarını kullanmak için yeterli değildir.
Eylem Planı gereğince 2017 yılına kadar uygulamaya sokulmuş olması gereken bu konuda ÇŞB Yetkin Mühendisliğin hayata geçirilmesi için destekleyici olması gerekirken, İMO tarafından uygulamaya sokulan ve gönüllülük üzerinden yürütülmesi hedeflenen “Referans Belgesi” (Yetkin Mühendislik) yönetmeliğinin iptalini sağlamıştır.
“Sonuç Olarak …”
İnşaat Mühendisleri Odası olarak yıllardır benzer sorunlara dikkat çekiyoruz. Bu sorunların çözümü ise bilinmez değildir. Nitekim bu sorunlar ve çözümler kamu kurumlarının raporlarında ve eylem planlarında da yer bulmaktadır ancak gelinen noktada ne eylem planlarının ne de ilgili kuruluş ve meslek odalarınca dile getirilen önerilerin neredeyse hiçbiri hayata geçmemiştir.
Ülkemizde depreme dair alınacak önlemler, yapı üretiminin nitelikli ve güvenli bir şekilde yürütülmesine dair eksik bilgi ve söylenmemiş söz kalmamıştır. Karar vericileri daha da geç olmadan ve zaman kaybetmeden topluma olan sorumluluklarını yerine getirmeye, nitelikli mühendislik hizmetlerinin verilmesi amacıyla İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hayata geçirilmeye çalışılan meslek alanlarımıza dair düzenlemelere ket vurmaya değil destek olmaya davet ettiğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız.